Hali hazırda en yaygın görülen kronik hastalıklardandır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Avrupa Bölgesel Ofisi’nin 2015 raporuna göre her yıl 15 kişiden birisi major depresif bozukluk geçirirken, 15 kişiden dördünde çeşitli şiddetlerde depresyon ve anksiyete bozuklukları izlenmektedir. Madde kullanımı ve psikotik bozukluklar dışlandığı zaman kadınların ruhsal hastalık geçirme oranları erkeklerin neredeyse bir buçuk katıdır (%33.2’ye %21.7). Göçmen, mülteci ve sığınmacılarda ruhsal hastalıkların sıklığının daha yüksek olduğu bilinmektedir (Bhugra ve ark. 2011, Bhugra ve ark. 2014) Fazel ve arkadaşlarının 2007 yılında 7000 mülteci ile yapılan ve klinik görüşme ile değerlendirme yapılmış olan seçkin araştırmalardan yaptıkları bir meta analizde; mülteci çocuklarda %11, erişkinlerde %9 oranında TSSB, %5 oranında major depresyon, %4 oranında yaygın anksiyete bozukluğu saptamışlardır. TSSB oranları normal popülasyondan 10 kat yüksektir. 2015 yılında mülteciler üzerinde savaşın ruhsal etkilerini değerlendiren ve yeni ülkeye yerleşimin ardından en az 5 sene geçtikten sonra yapılan araştırmaların sonucunu değerlendiren kapsamlı bir metaanalizde (Bogic ve ark. 2015), mültecilerde görülen ruhsal hastalıkların çalışmadan çalışmaya belirgin farklılıklar gösterdiği, gelinen ülkenin yerleşilen ülkenin, savaş sırasında maruz kalınan travmaların, yerleşme sonrası ortaya çıkan stresli durumların ruh sağlığı ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Depresyon, TSSB ve anksiyete bozukluklarının her birinin %20’nin üzerinde görülmekte olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada özellikle göç sonrasında işsizlik, yerleşilen ülkenin dilini bilmemek ve sosyal destek sisteminin yetersizliği kadınlarda görülen başka türlü adlandırılamayan anksiyete bozuklukları ile ilişkili bulunmuştur ancak travma sonrası stres bozukluğu ile ilişki bulunmamıştır. Steel ve arkadaşlarının 2016 yılında İsveç’te yaptıkları bir araştırmada mülteciler arasında travmatik bir olayla karşılaşma oranı %89’dur. Mültecilerin % 47’sinde klinik olarak anlamlı travma sonrası stres bozukluğu, %20’sinde ise major depresyon saptanmıştır. Bu çalışmada erkeklerin travmatik bir olay yaşama, üst üste birçok travmatik olay yaşama oranları kadınlardan yüksektir ve özellikle maddi ve ayrımcılık açısından kadınlardan daha fazla göç sonrası stres yaşadıklarını bildirmişlerdir. Haldane ve Nickerson’ın 2016’da yaptığı çalışmada ise travmalar kişilerarası travma (bir insanın diğerine yaptığı travmalar: tecavüz, taciz, işkence, aile üyelerinin ve yakınların gözünün önünde öldürülmesi kişilerarası travma olarak kabul edilirken, diğerlerinden ayrılma, barınma koşullarını sağlayamam, su ve yiyecek bulamama, ölüme yakın hissetme, aile bireylerinin bu nedenlerle yaşamını yitirmesi gibi olayla kişilerarası olmayan travma olarak sınıflandırılmıştır. Kişilerarası travmaya maruziyet daha yüksek anksiyete bozukluğu ve TSSB ile ilişkilendirilirken depresyonla ilişkisinde farklılık görülmemiştir. İlginç bir şekilde erkeklerde kadınların tam tersine kişilerarası olmayan travmalarda ruhsal hastalıklar ve özellikle depresyon görülmesi artmaktadır. Bu çalışma toplumsal cinsiyet rollerinin erkek ve kadınlarda ruhsal hastalıkların ortaya çıkmasını nasıl etkilediğine dair travma alanında yapılmış öncü bir araştırma olmaya adaydır. Erkekler kadınlar gibi şiddete maruz kalmaktan (sadece cinsel taciz ve tecavüzde TSSB sıklığı erkeklerde yüksek) değil, maskülen kodların gerektiği güce dair kayıplar yaşadıklarında; travmatik olayın özünde yer alan olay karşısında hissedilen kontrol kaybı, çaresizlik gibi duygu ve düşüncelerle karşı karşıya gelmektedirler.
Kaynak: Aslan Üçkardeş E, Işık E, Aker T (2015) Göç, yerinden edilme ve ruh sağlığı. In Barış Kitabı; Bireyden Topluma Barışın ve Savaşın Ruh Hali (Eds. AD Başterzi, T Aker):183-194. Ankara, Türkiye Psikiyatri Derneği.