SOSYAL ÇALIŞMA VE ÇOCUĞUN İYİLİK HALİ

SOSYAL ÇALIŞMA VE ÇOCUĞUN İYİLİK HALİ

Ortaçağ Avrupasında insanın gelişim evreleri arasında çocukluğun·, özel olarak korunması gereken bir dönem olduğu düşüncesi henüz ortaya çıkmamıştı. Çocuklar, gündelik yaşamda küçük birer yetişkin olarak yer alırlardı. 17. ve 18. yüzyıllar Avrupasında Aydınlanma döneminin etkileri ve Endüstri Devrimiyle birlikte ortaya çıkan burjuva sınıfının öncülük etmesiyle, modern çocukluk anlayışı gelişmeye başlamıştır. Bir yandan ulus devletlerin ortaya çıkışı, bir yandan da teknoloji ve bilimdeki gelişmelerin etkisiyle, çocukluk· döneminin ayrı bir gelişim dönemi ve sosyal kategori olduğu kabul görmeye başlamıştır. Yeni çocukluk anlayışının tüm toplumsal kesimlere yaygınlaşmasında, çocuğun korunması konusunda ailenin yanı sıra devletin de sorumlulukları olduğu anlayışı etkili olmuştur. Bu yöndeki sosyal politikalar, çocukların korunması konusunda birçok evrensel oluşuma öncülük etmiştir.

Hümanist çocukluk anlayışını içeren Avrupa kökenli akım, çocukların refahı konusunda devletin sorumluluk almasını etkilemiştir. 19. yüzyılda devletin, çocukların bir koruyucusu olarak yasa yapma hakkı olduğu düşüncesi, yeni ve radikal bir fikir olarak ortaya çıkmıştır. Yirminci yüzyıl çocuk sorununun ağırlıkla tartışıldığı bir dönem olarak, çocuklarla ilgili tüm dünya ölçeğinde en önemli belge olan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ortaya çıkmasına zemin hazırlayarak çok önemli bir işlev görmüştür. Sözleşmede çocuğun yaşatılması, korunması, gelişimi bakımından aile, öncelikli kurum olarak ele alınmıştır. Çocukların, ailelerinden ayrılmasından mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Sözleşmenin 5. maddesinde, ana-baba sorumlulukları ve çocuğun aileden kopartılmadan, aile içerisinde desteklenmesinin önemine vurgu yapılmaktadır. Ailenin gereksinimlerini karşılamak, ebeveynlik becerilerinin geliştirilmesini sağlamak, onların haklarını göz ardı etmeksizin iyi birer ebeveyn olduklarını kabul etmek ve kapasitelerini güçlendirmek, ÇHS gereğince devletin görevleri arasındadır. Ancak 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, dünya ölçeğinde insanların bir kısmı refah içerisinde yaşarken, büyük bir bölümünün ise açlık ve sefaletle iç içe yaşamakta olduğu görülmektedir (Şenses, 2001: 13). Modern dünyanın globalleşme rüzgarları, bir taraftan gelişmiş ülkelerin bireylerine daha fazla refah ve zenginlik vaad ederken, yoksul ve az gelişmiş ülkelerin insanların payına bol miktarda açlık ve yoksulluk düşmektedir. Dünyada yoksul ülkelerde var olan bu sosyoekonomik sorunlardan, en çok çocuklar olumsuz etkilenmekte, birçok ailede çocukların temel gereksinimleri karşılanamamaktadır. Bunun bir nedeni küresel ekonomik gelişmelerin bazı ülkeleri daha da fazla yoksullaştırması, bir diğer nedeni de azgelişmiş ülkelerdeki sosyal politikalar ve kamusal hizmetlerin, ailelerin içinde bulunduğu sosyoekonomik yoksunlukları gidermede yetersiz kalmasıdır. Ülkemizde 1980 sonrası uygulamaya konulan liberal politikalarla, aslında yapısal değişim açısından liberalizm ve piyasa ekonomisine geçiş hamleleri başlatılmıştır. Günümüzde de sürdürülmeye çalışılan ekonomik ve sosyal politikalarla var olan olumsuzlukları, gelir dağılımı bozukluğunu ve yoksulluğu daha da derinleştirmiştir. Kişi başına gelir düzeyinin düşük olduğu bir ekonomik yapıda, gelir dağılımının da bu derece bozuk olması yoksulluğun yaygınlaşması sorununu da beraberinde getirmiştir. Günümüz dünyasının yoğun ekonomik sorunları ve karmaşıklığı içinde, Türkiye’de görevlerini yerine getiremeyen aile sayısı artmıştır. Dolayısıyla üyelerinin sosyal, duygusal, fiziksel ve eğitsel gereksinimlerini aile içinde karşılayamayan ailelerin, sorunlarının çözülmesi için bir takım toplumsal hizmetlere olan gereksinimi de daha fazla önem göstermektedir. Bu tür aileler, çeşitli yönlerden desteklenmeye, bazı mesleki yöntem ve tekniklerin uygulanması yoluyla profesyonel yardıma ihtiyaç duymaktadırlar.

Ailenin düzenli bir biçimde gelişmesi ve varlığını devam ettirmesi, sorunlarının çözülmesi amacını güden çalışmalarla‑ çocukların refahına etki eden her husus, aynı zamanda çocuğun üyesi bulunduğu bütün grupların, ailenin ve toplumun refahıyla bağlantılı olarak, sosyal çalışmanın ´aile ve çocuk refahıµ alanını oluşturmaktadır. Türkiye’de, 1999 ve arkasından 2000- 2001 yıllarında yaşanan ekonomik krizlerle sosyal sorunların artması nedeniyle sosyal durum olumsuz bir görünüm sergilemektedir. Yılların birikimi olan bu süreç, 21. yüzyıl Türkiye’sinin sosyal sorunlarını oluşturmakta ve tüm gündemi işgal etmektedir. Son on yıllık dönemlerde ülkemizde meydana gelen hızlı toplumsal değişmeler, toplumun kendisi ve kurumlarında meydana gelen değişme olarak tüm toplumsal sistemlere ve bireylerin günlük yaşamlarına olumlu-olumsuz etkileşimleriyle, birçok yönleriyle nüfuz etmektedir. Toplumsal değişme, gelişmeye çok istekli ve bir o kadar da ağır aksak yol alan ülkemiz sosyal sistemini alt-üst etmektedir. Sosyal politikalardaki zayıflıklar nedeniyle, değişmeyi yönetmek ve sağlıklı bir zemine oturtmak misyonuyla ortaya çıkmış bir meslek olan sosyal çalışma·, ülkemizde bu değişimi sağlıklı hale getirebilmek ve müracaatçılarını güçlendirmekten uzak güçsüz ve yetersiz bir görünümdedir. Bu hızlı toplumsal değişme dinamiğinden en fazla etkilenen kurum ailedir. Ailenin tam kesin bir tanımı üzerinde uzlaşma olmamasına karşın, Birleşmiş Milletlerce benimsenen tanımı şu şekildedir: ´aile, toplumdaki en temel birim olarak çok önemli sosyoekonomik fonksiyonları bulunan, toplumdaki önemli değişmelere rağmen üyeleri için duygusal, finansal ve maddi destek sağlayan, aynı zamanda kültürel değerlerin korunması ve aktarılması için de hayati öneme sahip olan bir kurumdur. Ayrıca aile, üyelerine eğitim, bakım, yetiştirme ve destek vererek gelişme için nitelikli insan kaynağı yaratmada çok önemli bir rol oynamaktadır. Toplumsal yapıda meydana gelen bu temel değişmeler, aile kurumunun da yeniden şekillenmesine, yeniden örgütlenmesine, olumsuzluklardan direkt olarak etkilenmesine neden olmaktadır. Yazılı basının üçüncü sayfa haberlerine bakıldığında, toplum ve bireyler arasındaki olumlu ya da olumsuz karşılıklı etkileşimlerin tampon mekanizması olan aile kurumu açısından, olumsuz sonuçların daha fazla meydana çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim, ülkemizdeki boşanma oranları 2000·li yıllardan sonra üç kat artmış olup yılda ortalama 93.000 boşanma vakası yaşanmaktadır. Bu aile parçalanmaları yüz binlerle ifade edilebilecek çocuk nüfusunu tehdit etmektedir. Sosyal çalışmanın bilgi temelinin şekillendiği ekolojik sistem teorisine göre, İnsan, bio-psiko-sosyal boyutu olan kültürel bir varlıktır. Davranışlarıyla çevresini etkilediği gibi aynı zamanda içinde bulunduğu çevresel sistemlerden de etkilenir. Bireyin davranışı, biyolojik, psikolojik ve sosyal gelişimi, yaşadığı sosyal çevre içerisinde meydana gelen etkileşimlerin yönüne göre değişmektedir. Bu toplumsal dinamiğin, olumsuz yansımaları olarak sosyal çalışmanın sahasına düşen risk altındaki çocuklar olgusu yukarıda sözü edilen değişimin önemli bir sosyal sorun doğurgusu olarak kendini göstermektedir (Yolcuoğlu, 2009:87).

Kaynaklar:

Şenses, F. (2001). ´Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk. İletişim Yayınları. İstanbul.

Yolcuoğlu, İ. G. (2009). SOSYAL ÇALIŞMA VE ÇOCUĞUN İYİLİK HALİ. Toplum ve Sosyal Hizmet20(1), 85-94.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir