Uluslararası Göçün Sorunlu Bir Alanı Olarak Yabancı Düşmanlığı

Uluslararası Göçün Sorunlu Bir Alanı Olarak Yabancı Düşmanlığı

Avrupa’da küreselleşmenin ve 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından yabancı düşmanlığı artmıştır. Artış gösteren bu yabancı düşmanlığı özellikle de Müslümanlara karşı yoğunlaşmıştır. 2008 yılında Avrupa Birliği’nin yaşamış olduğu ekonomik kriz Avrupa refahının paylaşımını sorunlu hale getirmiş, sosyal devletin koruyuculuğunu benimsemiş, Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşları geleceğe yönelik yoğun kaygı duymaya başlamıştır. 2010 yılında orta orta doğuda Arap Baharı’nın başlamasıyla birlikte yaşanan kaos ortamı Avrupa’ya yönelik uluslararası göç hareketlerini artırmış ve hızlandırmıştır. Bu durum yaşadıkları sıkıntılardan bir sorun onu arayan Avrupalıların ötekileri diğer bir deyişle yabancıları her türlü sorunun kaynağı olarak görmesinin nedenlerini açmıştır. Bu şekilde dışlayıcı yaklaşım ekonomik ve sosyal problemlerin belirlenmesi ile şiddet hareketlerine dönüşmüştür (Bekar, 2017:134).

Avrupa’nın temel ilkelerinden olan kültürel ve dinsel çeşitliliğini benimsemekle suçlanan göçmenler Avrupa yaşam tarzını tehdit eden günah işleri olarak görülmeye başlanmıştır. Londra ve Madrid’de yapılan cihatçı saldırılar şiddet ve terör yöntemlerini güncelleştirmiştir. İslam dinine yönelik eleştirilerde bulunan film yapımcısı Van Gogh’un Hollanda’da öldürülmesi, Paris’te Charlie Hebdo ergisi çalışanlarına düzenlenen saldırıda birçok kişinin ölmesi ve yaralanması yine aynı ülkede Barış mitingine katılanların silahla taranması Avrupalıları tek yönlü bir değerlendirmeyi benimsemeye sevk etmiştir. Onların düşüncesinde fark gözetmeksizin İslam dinine inananlar insani değerleri neden bir anlayış taşıyor olarak varsayılmıştır. Adalet, dayanışma, eşitlik, kimseye kötüleştirmeme, hoşgörü, düşünce ve ifade özgürlüğü bu inanç sistemini benimsenmeye değer olarak telkin edilmeye başlanmıştır. Bu bakış açısı Avrupa siyasetinde etkisi altına almış milliyetçi söylemlerini yükselmesi ve popüler ile kazanması aşırı saha partilerin birçok Avrupa ülkesine iktidara gelmesi ve sonuçlanmıştır. Haliyle bu şekilde göçmen mülteci ya da sığınmacı karşıtı uygulamalar siyasi alanda geniş bir varlık sahası bulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun 2018 yılında hazırladığı göç ve uyum raporuna göre:
“Avrupa’da yabancı düşmanı partilerin oylarının yükselmesi karşısında merkez sağ ve sol partiler karşı argümanlar üretmek yerine sınır kontrollerini artırmaya çalışıyorlar mültecilerin Akdeniz’de ölmelerinden rahatsız olmuyorlar ve hatta politik kaygılar nedeniyle aşırı sağ söylemleri sahipleniyorlar…”


Raporda ayrıca Avrupa’nın kendinden olmayan ötekine ya da yabancıya karşı duyduğu ön yargılar nedeniyle her gün şiddet söylemlerine ya da eylemlerini yenilerinin eklendiğinden bahsedilmiştir. Bunlardan bazıları çok yakın zamanda bir kadın kameramanının Macaristan sınırında Macar polisinden kaçan ve kucağında çocuk olan bir sığınmacıya çelme takması Yunanistan göç bakanı Loannis Mouzalas Belçika İçişleri bakanı Theo Francken’in “sığınmacıları denize geri dök üzgünüm ama bu olup olmamaları umurumda değil” dediğinin önüne sürmesi BBC’nin Newsnight anda programda konuşan Mouzala AB Dönem Başkanı Hollanda’da yapılan ve sığınmacı krizini ele alındığı bir toplantı sırasında Belçika’dan sığınma canını denize dökülmesini teklifi geldiğini belirtmesi şeklinde sıralanmaktadır. Özetle dünyada göçmenlere ilişkin tutumlar arasında suça daha eğimli oldukları, topluma uyum sağlamakta direnç gösterdiklerini, eğitimde başarı gösteremedikleri, kendilerine sunulan imkanları hoyratça kullandıkları, yüksek devlet harcamalarına sebep oldukları, saldırgan hastalıklı ve kaçak oldukları gibi gerçekle ilgisi olmayan olumsuz önyargılar bulunmaktadır (TBMM Göç ve Uyum Raporu:2018:266).

Avrupa’da göç hareketleriyle artan yabancı düşmanlığı konusundaki gelişmeler bu yönde seyrederken Türkiye’de de aynı konu içinde çekilmeye çalışıldığı görülmektedir. Özellikle geçici koruma kapsamında Türkiye’de bulunan sığınmacıların öngörülenden fazla sayılara ulaşması bu tartışmaların önüne açmıştır ancak her ne kadar Suriyeli özelinde Türkiye ile yabancı düşmanlığı dillendirilmeye çalışılsa da Avrupa’da gelmiş olduğu dinsel ve siyasal zeminden uzaktır. Medya tarafından bazı şiddet olayları gündeme getirmiş olsa da bu olayların sosyal ve ekonomik alanına ilişkili olduğu düşmanca bir tutum hali neyse dönüşmediği söylenebilir. Bu alanlarla ilgili Türkiye’de sığınmacılara yönelik var olan hak ve uygulamalar konusundaki eksik ve yanlış bilgilerin varlığı zaman zaman tepki şeklinde cereyan edebilmektedir.

TBMM göç ve uyum raporunda verildiği üzere bu eksik ve yanlış bilgiler şu şekildedir: “Suriyeliler istediği üniversiteye sınavsız giriyor, Suriyeli öğrencilerin tamamına devlet bütçesinden karşılıksız burs veriliyor, TOKİ tarafından yapılan Sosyal konutlar Suriyelilere bedava veriliyor, Suriyeliler araçları için MTV ödemiyor, Suriyeliler seçimlerde oy kullanılıyor, Suriyelilere maaş bağlanıyor…”

Kutlu (2015) un da belirttiği üzere bekleme odasından oturma odasına geçilmiştir. Başlarda barınma merkezlerinde bulunan sığınmacılar sonradan gelenlerle birlikte bu merkezlere sığmamış ve kurulan göç odaları ile birlikte Türkiye’nin diğer illerine yerleşmiştir. Özellikle bu yerleşmelerin belli ilerde olması o illerde kısa sürede nüfus artışına yol açmıştır. Haliyle bu artışla birlikte bu illerde iş gücü açığı azalarak ücretler düşmüş sağlık kurumlarında yoğunluğuna bağlı baskı artmış ev ve kira ayetleri yükselmiştir. Bu da olumsuz yaklaşımları beraberinde getirmiştir ancak bu olumsuz yaklaşımlar Batının göçmenlere duyduğu tutumlarla ya da onları uyguladığı eylem ve davranışlarla herhangi bir benzerlik taşımamaktadır.

Kaynak: Daşlı Y. 2019. Sosyal Sorunlarda Güncel Tartışmalar. Anı Yayıncılık. Ankara

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir