Marx ve Freud teorilerini temelde erkeklere özgü ve erkeksi koşullarda geliştirdiler.
Çağdaş sosyalist feminist teorinin ve Marx ile Engels’in kadın sorunu üzerine sınırlı
yorumlarını anlamak için teorilerin bütün öğeleri gözden geçirilmelidir. Bu noktada üç yöne
vurgu yapılmalıdır: Bunlardan birincisi maddeci determinizm teorisi, ikincisi özellikle
yabancılaşmış emek Praksis ve ekonomik değerlerin belirlenmesi ile ilgili emek ve kapitalizm
hakkında teoriler, üçüncüsü Marx ve özellikle ailenin, devletin ve özel mülkiyetin kökeni
yapıtında Engels tarafından üretilen ve hala sürdürülen feminist teorik yönelim.
Marx’ın merkezi görüşlerinden biri genellikle tarihsel materyalizm olarak adlandırılan
ve kültürün toplumun köklerinin maddi ve ekonomik koşullarda yattığını savunan maddeci
determinizm düşüncesidir. Daha sonra Marx determinizm düşüncesini terk eder, yönetilen
sınıf olan proletarya yöneten sınıf ya da burjuvaziye karşı bilinçlenir. Aynı zamanda Marx bir
sınıf ancak kendisinin sınıf olduğu bilincine sahip olduğunda var olur ve bu her zaman bir
başka toplumsal gruba duyulan ortak düşmanlığı gerektirir düşüncesini savunur. Birçok
çağdaş Marksist Praksis düşüncesine sarılır. Bazıları onu grupların ezilmişlik durumlarının
farkına varmalarını ve böylece yanlış bilinci açığa çıkarıp durumlarını değiştirmek üzere
harekete geçirmelerini sağlayacak içsel bir araç gibi görür. Bu düşüncelerin feminist teori ile
ilişkisi açıktır. Sosyalist feministler genellikle kadınlar ve proletarya arasında bir benzerlik
olduğunu kabul ederler. Aynı zamanda erkek ve yönetici grup çıkarlarına hizmet eden yanlış
bilinçle de erkekle özdeşleşen ideolojileri açığa çıkarma sürecinde kendi ezilmişlik
durumlarının doğru bir bilincini geliştirme yönünde kadınları teşvik ederler. Marx’ın
teorisinin en önemli ikinci yanı onun modern endüstriyel kapitalizmi çözümlemesidir. Burada
özellikle onun yabancılaşma kavramı praksis düşüncesi ve değer belirleme teorileri ile
ilgilidir. Marx yabancılaşmanın temel nedenini endüstriyel kapitalizmin yarattığı
yabancılaşmış emek koşulları olarak belirler. Örneğin bir fabrikada işçiler emek sarf ederler
fakat ürünlerin gelişim süreçleriyle muhatap olamazlar. Genellikle ürünlerinin sadece çok
küçük bir parçasını görürler. Üretilenlerin yaratılması, tasarımı ve kullanılmasına söz hakları
yoktur. Kapitalist endüstrileşmenin etkisiyle insanın metaya dönüşmesi Komünist Manifesto
merkezli bir temadır. Başka yerlerdeki gibi burada da Marx’ın kapitalizm tarafından tahrip
edilmiş bir insani dünya ve insani ilişkiler perspektifine sahip olduğu açıktır. Alman ideolojisi
ve daha sonra Kapital’de Marx işbölümünün köklerini ailedeki doğal işbölümü olarak
adlandırdı. Kapital’de temel iş bölümlerinden birinin ailede oluştuğunu belirtilir. Bir aile
içinde cinsiyet ve yaş farklılıklarının neden olduğu ve bunun sonucunda sadece fizyolojik
temelde ortaya çıkan doğal bir işbölümü olduğu ortaya çıkar. Alman ideolojisinde Marx bu
aile içi işbölümünün insanın başka bir insana verildiğini belirtmişti. Kadın ve çocuklarının
koca tarafından köleleştirilmesi özel mülkiyetin ilk biçimi olarak görüldü. El yazmalarında
Marx insanlığın temel tanımlayıcı özelliğinin yaratıcı eylemde bulunmak olduğunu savunur.
Marx “Özgür bilinçli eylem insan türünün bir özelliğidir” ve “Bilinçli eylem insanı
hayvandan farklılaştırır” der. Marksist felsefenin feminist teori ile ilişkili bir yanı onun
ekonomik değer teorileridir. Marx kapital de üç tür değeri birbirinden ayırır: Kullanım değeri,
değişim değeri ve artı değer. Kullanım değeri ve değişim değeri Aristoteles’e kadar öncelere
gider fakat artı değer Marx’ın kendi katkısıdır. Kullanım değeri kavramı genel olarak kişinin
kendi grubunun üyeleri tarafından ve kullanım için üretilmiş maddelerin derine göndermede
bulunur. Yemek pişirme, örgü örme gibi ev işlerinde kullanım değeri olan maddeler üretilir.
Değişim kavramı değişim için üretilen maddelere aittir. Bu maddelere ilişkin anlam o değişim
için kullanacak olduğunda değişir. O değişim aracı bir meta olarak taşıdığı özelliklerden
dolayı değer bulur. Değişim değeri kendisini niceliksel bir ilişki olarak gösterir, diğer taraftan
kullanım değeri olarak metalar her şeyden önce nitelikçe farklı iken değişim değeri olarak
sadece nicelikce farklıdır ve bunun sonucunda kullanım değerinin zerresini bile taşımazlar.
Engels’in Ailenin Kökeni adlı kitabında marksizmin ilk dalgasında üretilen ve feminist teori
sürdüren tek parçasıdır. Engels ütopik görüşünü Markx’da ki gibi geleceğe değil tarih öncesi
anaerkilliğe yansıtır. Ancak Engels’in kadınların ezilmesi üzerine çözümlemesi tümüyle
Marx’ın özellikle kapital ile geliştirmiş olan ekonomik değerlerine dayanır. Engels anaerkil
feministlerden farklı olarak bu geçişi ekonomik gelişmelere özellikle de özel mülkiyetin
kurulmasına ve değişim için kullanılan metaların ortaya çıkmasına bağlar ancak değişimden
önce toplum anne tarafında dönen geniş aileler temelinde ya da ana soyluluktan anaerkil bir
biçimde örgütlenir. Üretim biçimindeki ataerkil temelli ve yabancılaşmanın gelişmesine yol
açan ilk büyük değişiklik hayvanların evcilleştirilmesiydi. Avlamak yerine sürü
yetiştirildiğinde daha çok yiyecek ve hayvansal ürün elde edildiğinden değişim için mallara
sahip olmuyordu. Bu nedenle sürü özel mülk edinilen ve başka mallarla değiştirebilen bir
meta oldu. Başka buluşlar üretimi artırdı ve bu insani emek gücünün sadece hayatını
sürdürmek için gerekli olandan daha fazla ürün üretme kapasitesi kazandırdı. Böylece artı
değer ortaya çıktı. Bununla beraber sistemin büyümesi için daha çok ve daha ucuz emek
gerekliydi. Bu köle kullanımına yol açtı. Aynı zamanda kadınlar da bir değişim değeri
kazandılar. Tabii ki bu değişimden kazançlı çıkan en çok erkekti. Kadınların ev işleri erkeğin
biriktirdiği zenginlikle kıyaslandığında önemsiz sayılmaya başlandı. İkinci şey ise zenginlik
arttıkça erkeğin konumu kadınınkinden daha önemli hale geldi. Anaerki bu nedenle devrilmek
zorunda kaldı. Kadın eliyle amaçların bir aracı olarak maddileştirildi. Aile böylece erkek
egemen tek eşli birlikteliği çekirdekli birime dönüştü. Tarihteki ilk sınıf mücadelesi böyle
ortaya çıktı. Tarihte görülen ilk sınıf çatışması tek eşli bir evlilikte kadın ve erkek arasındaki
karşıtlığın geliştirilmesi ile çakışır ve ilk sınıf baskısı eril cinsin dişi üzerinde baskısı ile
gerçekleşir. Benzetme açıktır erkek burjuvazidir ve karısı proletaryayı temsil eder. Çekirdek
ailenin gelişmesi ile birlikte ev içi emeğin özelleşmesi ve kadının aşağılanması gelir. Hane
yönetimi toplumsal niteliğini kaybeder. Özel hizmet durumuna dönüşür. Kadın toplumsal
üretimden dışlanmış bir baş hizmetçi olur. Kadınların ezilmesi sorununa Engels’in çözümü ev
işini toplumsal bir endüstriye dönüştürerek kadınların ev işinde hapsolmalarını engelleyip
onların tümüyle toplumsal işgücüne katılmalarını teşvik etmektir. Bu düşünceleri onun
Marx’ın en tutkulu biçimde Komünist Manifestosu’nda savundukları konuma denk düşer.
Tüm bunlar komünizmle gerçekleştirilecektir. Ev ve çocuk geçiminin toplumsallaştırılmasına
olan ilgisi ile Engels tartışılan maddeci feministlerin görüşlerine yaklaşmıştır. Engels
kadınları başka bir biçimde elde edemeyecekleri bir ekonomik temelde olmanın dışında
fabrikaları yönetme hiç de özgürleştirici bir adım olarak görmez. Aksine kadınların evlerinde
soyutlanmış kalmaktansa başkaları ile birlikte çalıştıklarında daha anlamlı bir sınıf
dayanışması geliştireceklerini söyler. August Bebel’in öne sürdüğü gibi kadın sorununun
çözümü toplumsal sorunun çözümü ile özdeşleşir. Lenin, Kollontai, Zetkin hepsi genel olarak
bu yaklaşıma bağlıdır. Çağdaş kadın hareketi marksistleri kadınların ezilmesine dair doyurucu
bir Marksist teorinin geliştirilmesi için kadın sorununu yeniden düşünmeye sevk etti. Bu
nedenle çağdaş sosyalist feminizminin temel ilgi alanı kapitalist toplumda evin rolünü
belirlemek olmuştur. En kapsamlı çözümleme ev içi emek ve bunun kapitalizme katkısı
sorunu çevresinde dönmüştür. Kadın sorunu ücretliler olarak kadınların üretim tarzlarıyla ve
doğrudan ilişkileriyle ilgilidir. Ev içi emek tartışması 1969’da Margaret Benston’un
“Kadınların Kurtuluşunun Ekonomi Politiği” yapıtında başlatıldı. Ev işinin ekonomik
işleyişin çözümlenmesinde ciddiye alınması ile marjinal ve malvarlığı belirsiz bir statüye
indirilmemesi gerektiğine ilk dikkatimizi çeken Benston’dur. Benston evde harcanan emeği
kapitalizm öncesi bir kalıntı olarak gördü. Bu yüzden kapitalizm adı altında doğrudan aileleri
tarafından tüketilen kullanım değerini üretmeyi sürdürenlerin kadınlar olduğunu vurguladı.
Bu iş ücretli emek olmadığı için hesaba katılmaz, kadınların çalışması paraya değer değildir.
Bu nedenle değersizdir hatta bu bir çalışma da değildir. Bu olgun kadınların aşağı statülerinin
maddi temelidir. Paranın değeri belirlediği bir toplumda ev işi yapan kadınların elbette para
için çalışan erkekler kadar değerlerinin olması beklenemez.
Birçok eleştirmen benzer noktalara değindiler. Davis köleler toplumunda “Siyah
Kadınların Rolü Üzerine Düşünceler” adlı yapıtında siyah kadınların eleştirel bilincini yaratan
ve onu köleliğe karşı direniş hareketinin merkezi haline getiren şeyin bu kadınların ikili
farkındalıkları olduğunu bildirir. İkili farkındalık onun gerek üretici emeğinin yabancılaşmış
toplumsal dünyasında gerekse göreli olarak yabancılaşmamış özel dünyada yaşamasından
kaynaklanır. Zaretsky diğer düşünürler gibi tartışılmış olan değerlerin cinslere göre bölünmesi
olgusunu kapitalizme atfeder ve şöyle söyler: “Toplumdaki kişisel duygular ve ekonomik
üretim arasındaki ayrışma emeğin cinsel işbölümü ile bütünleşir. Kadınlar duygusal hayat ile
erkekler var olma mücadelesi ile özdeşleşmişlerdir.” Ann Foreman Zaretsky gibi benzer bir
tartışma sürdürür fakat o kadınların duygusal hayatın bekçileri yapılarak aşağılanmasını
kadınlara ilişkin bir yabancılaştırıcı toplumsal cinsiyet yapısı oluşturduğunu söyler. Foreman
kadınlığın görünümleri olarak onun pasifliğini, fiziksel kırılganlığını, görsel cazibeyi ve masaj
mazoşizmi vurgularken Zaretsky’ın yaptığı gibi insani değerlerin muhafızı olan kadınlar ile
insanca olmayan bir dünyada işçi olan erkekler arasındaki ilişkiye önem vermek daha tatmin
edici görünmektedir. Bu dinamikteki diyalektik daha ilgi çekici ve Marksist çözümleme
çizgisinde daha çok tartışmaya değer görmektedir. Ev işinin yabancılaştırıcı olup olmadığı
sorusu bazı yönlerinin öyle olmadığını söyledi. Ev kadınının kendi zamanı üzerinde fabrika
işçisinden daha çok denetimi vardır çünkü genelde projelerini ne zaman gerçekleştirdiğini
seçebilir. Marx’ın yabancılaşmamış emekte temel etmen olarak belirlediği yaratıcı
planlamaya bir miktar izni veriyor görülmektedir. Diğer taraftan ev işleri dayatılmıştır,
tekrarlayıcıdır ve çoğunlukla da önemsizdir. Ev kadını nihai denetim alanından koparılmıştır
ve bu yabancılaşmasına başka öğeyi oluşturur. Sonuçta kadının ekonomik bağımlılığı
yabancılaştırıcı bir etmen olarak görülmemelidir. Bunlara rağmen kadının hayatının ve işinin
endüstri işçisinden çok daha bütünlüklü olması, fabrika işçisinden farklı olarak zamanını ve
yeri üzerine yaratıcı denetiminin olmaması; zaman zaman örgü örme, tığı işi gibi gerçekten
yaratıcı artistik emek kullanması gönüllü olarak yabancılaşmamış bir deneyim için temel
oluşturur. Ayrıca bu analizlerin temel problemlerinden birisi ev içi emeğinin kapitalist
sistemin ayrılmaz bir parçası olduğuna ikna etmekle beraber kadınların ezilmesinin bütünsel
bir açıklamasını vermemesidir. Ayrıca Harmann gibi sosyalist feministler de kadınların emek
piyasasındaki rolünden kazanç sağlayanın sadece kapitalistin olmadığını belirttiklerinde
radikal feminist bir çözümleme ederler. Sadece kamu kapitalistler değil aynı zamanda kocalar
ve babalar olarak evde kişisel hizmet alan kuşkusuz erkeklerdir. Bazı sosyal feministler
kadınların kapitalizim ile ilişkilerinin bir başka yönüne yani kadınların ücretli emekçi
statüsüne dikkat çekerler. Özellikle son yıllarda kadınlar ücretlerinin kayda daha değer bir
oranda oluşturur hale geldiği merkezi bir konu oldu. Bazı sosyal feministler özellikle Zillan
Einstein bunu liberal feminizm için radikal bir gelecek anlamına gelebilecek potansiyel
radikalleştirme deneyimi olarak görmüştü. Başka bir deyişle ev kadınlarının eşit ücretle ilgili
beklentileri olan çalışan annenin emeğini, günlük bakım, ücretli hamilelik izni, pozitif
ayrımcılık ve benzeri makul beklentilerin bir maliyeti vardır. Bu tür harcamalar artı değeri
azaltır ve bu yolla kapitalizm istikrarsızlaştırır. Bazı sosyal feministlerin daha radikal diğer
talepleri ise ev işi için ücret ve yıllık gelir güvencesidir. Bunların ekonomi üzerindeki
etkisinin ne olabileceği belirlenmemiştir. Sosyalist feministleri ilgilendiren diğer bir konu
kadınların hangi sınıfa bağlı olduğu sorusudur. Birçok teorisyen burjuvazi ve proleterya
arasındaki geleneksel Marksist ayrımların kadınlara uygulandığında geçerli olmadığını ifade
ederler çünkü kadınların ikili bir sınıf statüsü olduğuna inanır. Kadınlar parasal olarak bağımlı
oldukları erkekleri sınıf statüsüne göre değerlendirilebilecekleri gibi aynı zamanda kamusal
alanda çalışıyorlarsa kendi ücret statülerine göre de değerlendirilebilirler. Bir kapitalistin
boşanmış karısını nereye yerleştireceği sorunu geleneksel kavramlardaki zorlu örneklerle
açıklanabilir. Kendisi sermaye ya da üretim araçlarına sahip değilse boşandığında işçi sınıfına
ya da proleteryaya dâhil olur, vasıfsız ve eğitimsiz ise daha da aşağı seviyeye düşer. Radikal
feministler kadınların kendilerin de bir sınıf, daha doğrusu bir kas oluşturduklarını söylerken
sosyalist feministler kadınlar arasındaki sınıf farklılıkların var olduğunu vurgulamaya
çalşırlar. Günümüz feminizmin en savunucuları Marksist olmasa da Marksist teoriden feyz
alan diğer kavramları, Praksis bilinç yükseltme ve ideolojidir.
