FELSEFENİN KADINA BAKIŞI/ Kitap İncelemesi

FELSEFENİN KADINA BAKIŞI/ Kitap İncelemesi

Fatmagül BERKTAY

Felsefeciler tarihin çeşitli dönemlerinde farklı meslekler yapmışlardır. Öğretmen, din görevlisi, yazar vb. Bu nedenle felsefe aracılığıyla yaptıkları etkinliklerde bir erkek olarak felsefeden ne anlaşılıyorsa bunlar görülmektedir. Batı felsefesinde kadın olmalarına rağmen felsefeci olanlar da mevcuttur. Zamanla toplumdan daha az dışlanan kadınlar felsefenin içine de daha fazla girmişlerdir. 20. Yüzyılda feminist felsefenin gelişimi de bu durumla paralel olmuştur. Batı felsefesinin büyük çoğunluğu kadınların erkeklere nazaran daha az rasyonel olduğuna inanmaktaydı. Bu anlayışa göre erkek düşünmeyi, aklı, uygarlığı temsil ederken kadın duyguyu, bedeni, rasyonelliğe karşı irrasyonelliği temsil etmekteydi. Aristotales’e göre erkekler kadınlar gibi duygusal olmadıkları için rasyonel oldukları için onlardan daha üstündür. 17 yüzyıl Bilimsel Devriminin doğacı filozofları da farklı konularda Aristotales’i eleştirseler de kadın ve erkek konusunda Aristotales’i destekler nitelikte görüşlere sahiptirler. Batı düşünce geleneği böylece 17. yüzyılda aklı dişil olan her şeyden uzak tutmak olan klasik dönem anlayışını sürdürür. Kadının öteki olarak çözümlenmesiyle Simone Beauvoir Çağdaş Feminist Teorinin en önemli temellerinden birini atar. Ona göre kadınlık ve erkeklik kalıplarını belirleyen sembolik yapılar bütün toplumlarda bir uzlaşmaz karşıtlıklar diyalektiğine uğrar. Bu diyalektikte eril olan kültür ile dişil olan da doğa ile ilişkilendirilir. Bu iki alan arasında hiyerarşik bir ilişki vardır yani erkek kadına göre egemendir. Strauss’a göre ise kadınlar hem erkek gibi hem de değillerdir. Levi Strauss ise hümanizmden vazgeçmediğinden kadınları insanlık tanımından çıkarmak istemez. Kadın tarihin başlangıcından itibaren de organ bedeni ve bunun getirdiği yükler nedeniyle kültür ve uygarlık üretimine katılamamış, gerçek anlamda özne olamamış, bu durum da onu erkeğin ötekisi olmaya mahkum etmiştir. Felsefe tarihinin iki ünlü temsilcisi Jean Jacques Rousseau ve Immanuel Kant geleneksel olarak kadına atfedilen özellikleri kabul ederler ve bu özellikleriyle kadının erkeği tamamlanmasını isterler. Yani kadınların bir insan olarak varlığını kabul ederler fakat özerk olarak tanımaz ve erkeğin eksiklerini tamamlama hatta onun hayatını kolaylaştırma görevi ile yüz yüze bırakırlar. Aslında bu düşünürler kadını tamamlayıcı özelliklerle tanımlarken kadın cinsine yönelik olumlu bir şey yaptıklarını düşünüyorlardı. Klasik metinlerde kadınlar hakkında böyle küçümseyici görüşler ortaya atan yazarların bunu yapabilmelerin en önemli nedeni gücü ve iktidarı temsil etmeleridir. Bu gücü, Aristoteles’in ya da Nietzsche’nin olumsuz yargılarını haklı kılacak biçimde sergileyen söylem geleneğinden almakta ve o geleneği sürdürerek ileriye de aktarmaktadırlar. Felsefeciler felsefeyi disiplinlerin cinsiyet açısından en tarafsız olduğunu öne sürmektedirler fakat feminist eleştiri bu tarafsızlık iddiasının kurumsallaşmış eril kalıp yargıları ve değerleri disiplinin dokusuna entegre etmek için kullanılan bir araç olduğunu ve dişilik ile ilişkilendirilen değerlerin dışlanmasına hizmet ettiğini ortaya koyar. Kadını kamusal alandan dışlayıp doğurganlığın ve erkeğin hayatını güzelleştirip süslemenin mahrem alanı ile sınırlandıran zihniyete sahip cinsiyetçi filozofların feminizme nasıl bir katkı sağlayacağı sorulabilecek sorular arasındadır. Yukarıda bahsi geçen düşünürlerin çoğu batı söylemini destekler nitelikte erkek merkezli bir anlayışı benimsiyor ve bu durum hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü felsefede diğer bilgi biçimleri gibi yaygın toplumsal inançları ve değer yargılarına karşı değil tersine hem onları yansıtıyor hem de kurgulamalarına yardımcı oluyor. Zaten birçok filozofun kadınları küçümseyen, aşağılayan sözleri söyleyebilmeleri, içinde bulundukları sorgulamasız iktidar konumu sayesinde mümkün olmaktadır. Felsefe akıl ideallerini kadını ve dişil olanı dışlayarak belirlemiştir ama aynı zamanda gene felsefe kendi içinde bu yanlı iddialar ve idealler üzerine eleştirel düşünme ve onları sorgulama olanaklarını da barındırmaktadır. Var olan akıl idealinin cinsiyetçi yanlılığını eleştirmek aklın kendisinden vazgeçmek anlamına gelmez ama yanlılıktan arınmış yeni bir idealin ortaya konmasını gerektirir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir